17 Aralık 2019 Salı

Helâl kazancın bereketi


“Toplantıya gideceğim. Baktım geç kalma ihtimalim var, bindim bir taksiye, muhabbetçi bir arkadaş. O anlatıyor ben dinliyorum. Tam işyerinin önüne geldik. Ankara’da Bakanlıklar. Diyelim ki, taksi parası 9.75 TL tuttu, ben 10 TL uzattım. Hani hepimizin yaşadığı sahne vardır ya, taksici üstünü arıyormuş gibi yapar, siz de para üstünü alabilmek için bir ayak dışarıda, inmemek için debelenirsiniz. Tam o sahne olacak. Şoför, para üstü var mı diye aranmaya başladı.

- Üstü kalsın kardeşim” dedim.
Döndü bana doğru:
- Vaktin var mı ağabey ?” dedi.
- Evet” dedim (tek ayağım hala dışarıda)
Dörtlülere bastı, trafik dört şerit akıyor, indi araçtan. Önde bir büfe var. Gitti oraya, bir şeyler konuşup geldi. Bana 25 krş uzattı. Belli ki para bozdurmuş.

- Birader” dedim,”9.75 değil,10.50 yazsa ister miydin 50 kuruş benden?”
- “Ne alacağım ağabey 50 kuruşu!”
- Peki, niye gittin 25 kuruş için o kadar uğraştın. Üstü kalsın demiştim.”
Döndü bana, attı kolunu arkaya:
- “Vaktin var mı ağabey?”
- “Var.”
- Çek kapıyı o zaman.”

5 dakika konuştuk. İngiltere’de Profesöründen, bilmem kiminden eğitimler aldım. O taksicinin 5 dakikada öğrettiklerini, İngiliz hocalar haftalarca verdikleri derslerde öğretemediler:

- “Ağabey biz Keçiören’de 5 kardeşiz. Babam rençberdi, günlük yevmiyeye giderdi; artık inşaat falan bulursa çalışır gelir, o gün iş bulamamışsa, biz eve gelişinden, yüzünden anlardık.”

“Durumumuz hiç iyi olmadı. Akşam yer sofrasında yemek yerdik. Yemek bitince babam bize” Durun kalkmayın” derdi. Önce dua ederdik sonra babam bize sofrada konuşma yapardı.”

“Aha” dedim, “Bizim meslekten”, seminerci.
- “Ne anlatırdı baban ?”
- “Hayatta nasıl başarılı olunur ?”
” O gün inşaata çağırmazlarsa eve para getiremiyor, sonra çocuklara hayatta başarı teknikleri anlatıyor.”

- Babam işe gidince büyük ağabeyimiz onu taklit ederdi, delik bir çorapla pantolonun ceplerini çıkarır, dört kardeşi karşısına alıp “Dürüst olun, evinize haram lokma sokmayın” diye anlatırken, biz de gülerdik. Annem kızardı,”Babanızla alay etmeyin. O, hem dürüst hem de çalışkandır” derdi. 


Yan evde iki kardeş var, onların babası zengin. Babaları birahane işletiyor, ama adamda her numara vardı, kumar falan oynatırdı. Bizim yeni hiç bir şeyimiz olmadı, hep o ikisinin eskilerini kullandık. O amca mahalleden geçerken biz 5 kardeş ayağa kalkardık, çünkü bize bahşiş verirdi. Babam eve gelince ayağa kalkmazdık. Çünkü hediye, para falan hak getire. Ağabey biz babamı kaybettik. Altı ay içinde yandaki baba da öldü. Yandaki baba iki çocuğa 5 katlı bir apartman, işleyen birahane, dövizler ve araziler bıraktı. Bizim baba ne bıraktı biliyor musunuz?”

- “Ne bıraktı?”

- “Bakkal veresiyesi ve konuşmalarını bıraktı : “Evladım işinizi dürüst yapın, hakkınız olmayan parayı almayın.” Falan filan…
“Ağabey, aradan 15 yıl geçti…”

“Diğer babanın 2 oğlu şu anda cezaevindeler, ne ev kaldı ne birahane. Ailesi dağıldı.”
“Biz 5 kardeş, beşimizin Keçiören de taksi durağında birer taksisi var. Hepimizin birer ailesi, çoluk çocuğu, hepimizin birer dairesi var.”

“Geçenlerde büyük ağabeyimiz bizi topladı ve dedi ki :
- “Asıl mirası bizim baba bırakmış.”
“Hepimiz ağladık. 5 kardeş taksiciliğe başladığımızdan beri, taksimetrenin yazmadığı 10 kuruşu evimize sokmadık. Her şeyimiz var Allah’a şükür.”

Çok duygulandım, veda ettim. Tam ineceğim:
- “Dur ağabey, asıl bomba şimdi!”
- Nedir bomban ?”

- Nerede oturuyoruz biliyor musun ? O iki kardeşin oturduğu 5 katlı apartmanı biz aldık. 5 kardeş orada oturuyoruz.”

Evladınıza ne araba bırakırsınız, ne ev, ne de başka bir miras. Evlada sadece değer kavramları bırakırsınız. Bakın iki baba da evlatlarına değer kavramları bırakmışlar.

15 Aralık 2019 Pazar

Hasanın hayata dönüşün hikâyesi

Geçen gün bir bayan tedaviye geldi.
Bayandan çok yanındaki 10 yaşındaki oğlu Hasan ilgimi çekti. Çocuğun sol kolu karnına yapışık gibi duruyor hiç kıpırdatmıyordu.

Bayanın tedavisi bitince çocuğun kolunu sordum. Bir sabah birden olmuş ve 1 yıldır öyleymiş, götürmediğimiz doktor kalmadı ama düzelmedi dedi.

Çocuğun gözlerine baktım, öyle derin öyle ürkek bakıyordu ki, birden annesine; alışılmışın dışında birşey isticem sizden, oğlunuzu bana bırakın akşam 19.00 da evinize getiririm dedim. Kadın şaşırdı ama kabul etti.

Randevularımı iptal ettim, Hasan ile arabaya bindik 30 km mesafedeki sahil kenarına gittik.

Giderken, ağzımıza 8 tane sakız aldık. Ağzìmıza sığmıyordu nerdeyse ama amaç en büyük balonu şişiren Hasan olursa bütün arabaları sollucam, ben şişirirsem yanından geçtiğimiz bütün arabalara nanik yapıcaz buzlar kırılmalıydı..

Sürat yapmamak için ben kazandım

Hasan ile sahile geldik ve yüksekçe bir kum tepesine çıktık.

Hasan'a; Ben buraya çok gelirim ve kızgın olduğum kim varsa en yüksek sesle bağıra bağıra ona küfrederim rahatlarım dedim.

Simdi birlikte yapalım ve rahatladıktan sonra mayonezli patates kızartması alıp yiyelim dedim. (Burda çok meşhurdur külahta patates kızartması).

Bak önce ben rahatlıcam deyip başladım çok sevdiğim Havva'ma bağırmaya, bağıra bağıra, zavallı Havvamı yukardan aşağı boyadım.

Of çok rahatladım, sıra sende dedim.

Hasan ayaga kalktı, sustu ve sonra birden bağırmaya başladı; Babaaaa, sana anneme vurma demiyor muyum, annemin canı çok acıyor öpsemde geçmiyooor. Büyüyünce bende seni dövecem babaaa diyerek 10 dk boyunca hem agladı hem bağırdı

Yanıma oturdu.. Rahatladın mı? Evet dedi.

Hadi patateslerimizi alalım diyip yürüdük kızartmacıya.

Külahı Hasan'ın açmadığı sol koluna farkında değilmişim gibi uzatırken bir yandan da cüzdanımdan bozuk para almaya çalışıyormuş gibi yaptım.

Hasan sol kolunu uzattı aldı külahı..

Içim coştu ağlamamak için tuttum kendimi, farkında değilmişim gibi hiç üzerinde durmadım ve başka şeylerden konuşa konuşa patatesimizi yiyerek arabaya gittik.

Eve geldigimizde annesi bizi pencerede bekliyordu, görünce kapıya geldi. Arabadan indik ve Hasan'a eğildim; canın ne zaman isterse rahatlamaya gidelim olur mu diyip telefon numaramı verdim.

Hasan'a sarıldım, o da iki koluyla boynuma sarıldı.. Sonra dönüp annesine sarıldı. Annesi sevinçten kalakaldı. Eliyle, nasıl oldu diye işaret etti.

Oğlunuz ayrıntısını anlatır dedim ve ordan ayrıldım..

Sabah Hasandan mesaj geldi "günaydın kanka"

Günaydın kankişim Hasanım
Yaşanmış gerçek alıntıdır



29 Eylül 2019 Pazar

İslamın Tıb'ba rehberliği'nin bir örneği daha


1940’ların sonuna doğru Amerika’da bir olay cereyan ediyor. Zengin bir adamın ölümünden birkaç yıl sonra bir kadın yanında bir çocukla mahkemeye başvuruyor. Çocuğun ölen adamdan olduğunu iddia ediyor.

Ölüden DNA testi yapılamayan bir dönem dünya için. Amerika hukuk sistemlerinde bu olayın bir karşılığını bulamayınca başka sistemlere müracaat ediyorlar. Roma hukukuna bakıyorlar yok. Yunan, Hint, Uzakdoğu’da yok. Bir heyet Türkiye’ye geliyor.

Dönemin İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’e yönlendiriliyorlar. İlk başta anlam veremiyor gelen ekip. Gönülsüz de olsa görüşüyorlar. Bilmen onlara ölen adamın kemiklerinin durup durmadığını sorduğunda şaşkınlıkları iyice büyüyor. Durduğunu söylüyorlar. Ömer Nasuhi onlara kuyruk sokumu kemiğinden bir yer tarif ediyor. Tarif ettiği yere çocuğun bir damla kanını damlatmalarını, eğer o kemik kanı emerse çocuğun o adamdan olduğunu aksi olursa kadının yalancı olduğunu ve buna göre hüküm verebileceklerini anlatıyor. Gelen ekip görüşmeden memnun olmaksızın şaşkınlıklarını da yanlarına alıp ülkelerine dönüyorlar.

Bir müftünün böyle bir tıp bilgisine nasıl hâkim olabileceğine ihtimal veremiyorlar. Ekipteki bir doktorun ise kafasını kurcalıyor bu mesele. Müftünün yanlışlığını ispat etmek için mezar açtırılıp adamın bedeni çıkarılıyor. Tarif edilen kemiğin üzerine önce kendi kanını damlatıyor. Kan akıp gidiyor kemiğin üzerinden. Sonra çocuğun kanını döktüğünde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Kemiğin kanı emdiğini gördüğünde hayretini gizlemiyor.

Görüşmede Ömer Nasuhi’nin yanında olanlar da ilk duymuş olacaklar ki heyet gittikten sonra bu meseleyi nereden bildiğini soruyorlar. Adı geçen kemiğin sadece kendi neslini kabul ettiğini uzun uzun anlatıyor. Oradaki küçük bir parçanın önemine değiniyor. Vücuda ne yaparsanız yapın o kemiği yok edemediğinizi, kıyamete kadar hiçbir gücün de buna muktedir olamayacağını, zira mahşerde insanlar o kemik parçasından yeniden diriltileceğini anlatıyor.

Ebû Hüreyre’den (r. a)  rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
- Toprak her insanı çürütür. Ancak kuyruk sokumu kemiği çürümez. İnsan ondan yaratılmıştır ve yeniden yaratılması da ondan olacaktır.

Arkadaşlarınızın da okuyabilmesi için lütfen paylaşın; kalplerin yumuşamasına, insanların hidayetine vesile olursunuz InşaALLAH.
Alıntı

28 Eylül 2019 Cumartesi

Bir kıssa İbrahim ethem hz.


İBRETLİK!!!

İbrahim Ethem Hazretleri, tâcı tahtı terk ediyor,
Seneler sonra Kendi YAPTIRDIĞI camide yatsı Namazı kılıyor,

Dışarıda kar var, hava çok soğuk,
"Şurada kıvrılayım da sabah olunca giderim” diye düşünüyor,

Caminin bekçisi geliyor...

Bekçi: “Ne yapıyorsun burada” diyor...

İ. Ethem: “Müsaade et şurada yatayım, Sabah Namazından sonra gideceğim” diyor,

Bekçi bacağından tutuyor onu  sürükleye sürükleye, kafasını merdivenlere vura vura atıyor onu dışarıya...

İbrahim Ethem “Ben bu camiyi yaptırdım” diyemiyor KİBİR olur diye,
Çaresiz şehre gidiyor,
Her taraf kapalı, sadece bir yer açık, bir ekmek fırını....

Kapıyı çalıyor ve sabaha kadar oturma müsaadesi istiyor,
Orada çalışan işçi “Geç otur” diyor,
Aradan bir-iki saat geçiyor,
Sabah ezanı okunmaya başlıyor,

Okunduktan sonra işçi dönüyor...

“Hoşgeldiniz nereden gelip nereye gidiyorsunuz isminiz ne. ?" diyor.

İbrahim Ethem de

“Ben iki saattir burada oturuyorum şimdi mi geldi aklına sormak” diyor...

Fırıncı “Ben bu fırında işçiyim, İki çocuğum var, iki de yetime bakıyorum, Ben onlara şimdiye kadar HARAM LOKMA YEDİRMEDİM, Senin geldiğin vakit benim mesai saatim dahilindeydi, Ezan okundu mesaim bitti, Seninle istediğin kadar konuşabiliriz, şimdi KAZANCIMA HARAM karışmaz” diyor...

İbrahim Ethem “Sen ne güzel adammışsın, Sen ALLAH’tan bir şey isteyip de olmadığı vaki oldu mu..?” diye soruyor,

“Ben ALLAH’tan ne istediysem verdi, Fakat ALLAH’tan bir şey istedim, Onu bana vermedi, ALLAH’a yalvardım, bana İbrahim Ethem Hazretlerini göster diye, bana onu göstermedi” diyor...

“O ALLAH ÖYLE BİR ALLAH Kİ" diyor İbrahim Ethem Hazretleri

“İBRAHİM ETHEM'İN BACAĞINDAN SÜRÜKLEYE SÜRÜKLEYE, KAFASINA VURA VURA GETİRİR SANA GÖSTERİR, SEN YETERKİ YÜREKTEN İSTE" diyor...

13 Eylül 2019 Cuma

Alan el ile veren elin buluşması


Ben Camii İmamıyım.
Ne kadar inanacaksınız bilemedim ama sır kalsın da istemedim.
Dün namaz bitti, iki kişi, iki ayrı köşe de dua ediyor.
Biri ağlıyor, sanki diğeri de gülüyor.
Ama bizim cemaatten değil belli.
Dur dedim, bunda bir iş var?
Nasılsa çıkacaklar, oturdum bekledim.

Bir şeyler okuyor gibi yapıp onları izledim.

Çok güzel giyimli olan bey sesli ‘’Amin’’ dedi, bütün camii sanki inledi. Kalkıp yanıma geldi, hocam dedi.’’ bu zarfı al.

Çocuğum yoğun bakımdaydı, doktorlar birkaç gün ömrü kaldı. Yaşaması zor ama duaya devam edin demişlerdi. Şükür ki şimdi evde annesinin dizlerinde.
İki rekat şükür namazı kıldım, adağımı yerine getireyim dedim de, sen bulursun bir ihtiyaç sahibi, olur değil mi?’’ Tamam kardeşim dedim, çıktı gitti.

-Diğer kardeşimiz belli ki sokakları temizleyen birisi.
O da kalktı biraz sonra çıkıyor kapıdan ama gözlerinde yaş var..
Ben 55 yaşındayım, insanların halini biraz anlarım. Kardeş bak kimse yok gel anlat dedim.
Hocam, iki evladım var daha dün işe girdim elim biraz dar, maaşa da çok zaman var.

Öğretmen bir şeyler istemiş.
Bizim de borç isteyecek kimsemiz yok ki idare edelim maaşa kadar.
İçim daraldı, dua ettim Rabbimden bir çıkış kapısı istedim.
Kardeşim bak inanmayacaksın ama az önce çıkan bey bana zarf verdi bunu ihtiyaç sahibi birine iletir misin dedi.
Buyur bu senin duanın kabul eseri.

Akşama doldur sepeti, sevindir o iki garibi dedim ve kendisine zorla kabul ettirdim.
Zarfı açmamıştım, kaç para var bakmamıştım. Adamcağız da sevinip çıktı gitti.

Sonra oturup dua ile şükür ettim.
Allah’ım dedim.
Adak adayanı da, para lâzım olanı da, camiinin hocasını da aynı mekânda buluşturdun, zarfa bile baktırmadın. Çünkü ben eminim ki sen lâzım olacak kadar içine koydurdun.
Hikmetler sahibi yüce Allahım
beni de bu yolda vesile kıldın hamdü senalar olsun.

Çok şükür sana, ne olur tekrar benim camiye yolla yine olursa…
ALINTI

25 Ağustos 2019 Pazar

Güzel ve Anlamlı Sözler



Yazıma; Düşünür Yazar Dostoyevski'nin budala kitabında ifade etmiş olduğu şu sözleri ile başlamak istiyorum: "Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir." Gerçekten de yazar çok güzel söylemiş. Şuan bizde bu devirin kuşağı olanların sıkıntısını yaşıyoruz

Kendini samimi gibi gösteren sahte insanlardan, bilgiçlik taslayan cahil insanlardan, tevazu kılığında dolaşıp benlik duygusu olan insanlardan, hatayı kendi nefsinde değil hep başkalarında arayan kibirli insanlardan sana sığınırım Allah'ım!

Anladım ki; insanların çıkarları değişince, fikirleri ve tavırları da değişiyormuş... O zaman; İki güruhtan emin olma.. 1-Düşmanının dostlarından 2-Dost görünen düşmanlardan..

Hz. Ali'nin şu sözü düsturumuz olmalı; "Haklı olduğun zaman hiç kimseye boyun eğmeyeceksin..."

Acı gerçek şu ki; İki yüzlü ve yalancı insanlar, iyi niyetli ve dürüst insanlardan daha itibarlıdır. Çünkü yalanlar, gerçeklerden daha gösterişlidir.

Bir mala değerinden fazlasını vermek nasıl ki paranın israfı ise; değmeyecek insanlara da gereğinden fazla alaka göstermek vaktin israfıdır. Sonuç: İkisi de israftır. Birisi cebini, diğeri yüreğini yakar..

Hz.Ömer'in İnsanı titreten bir sözü; "Yanlış yaptığımızda bizi uyarmazsanız sizde, uyardığınız halde sizi dinlemezsek bizde hayır yoktur."

Oğuz Atay'ın bahsettiği gibi; Beni çok sevecek birini arıyorum.. Demesine bakma insanların.. Büyük sevgiye maruz kalınca hepsi kaçacak delik arıyor..

Dürüst olduğun için kaybettiğin arkadaş, zaten iyi arkadaş değildir.. Ahlaken denginiz olmayan arkadaşlar edinmeyin.. Bize değer vermeyen insanlardan uzak durmamızı isteyen bir peygamberimiz var.. Bunun ne demek olduğunu kalbiniz yorulunca anlıyorsunuz..

Derler ki; Ne aradığını bilmezsen aradığını asla bulamazsın. Onun için; "İyi yi, Güzeli, Doğruyu ara ama ne olur Kusur arama." Çünkü; Dürüst insanların fazla dostu olmaz,
Çünkü yalakalık yapmayı bilmezler..

Bazen tuzak kuranlar kazansa da kaybetmiş, yaşasa da ölmüş olurlar. Allah bizi tuzak kuranlardan korusun.

Hz.Ali'nin şu sözü düsturumuz olmalı; "Haklı olduğun zaman hiç kimseye boyun eğmeyeceksin."

Bizleri başkasının mutsuzluğundan mutlu olan insanlardan... Kaybedişlerinden keyif alan insanlardan... Kendisinden aşağı hakir gören insanlardan... Dostunun bile başarısından rahatsız olan insanlardan uzak tut Yarabbi!

Franz Kafka, en yakın arkadaşı Max Brood'la tatsız bir olay yaşadıktan sonra şu vurucu cümleyi kuruyor: "Beni üzecek gücü sana verdiğim için kendimden özür dilerim."

Demişler ki; "Bir yılanın içine, başka bir yılandan daha iyi sığabilecek 'başka' bir şey yoktur..." Allah, dost görünen düşmanlardan, insan görünen mahlukattan muhafaza eylesin bizleri..

Şems-i Tebrizi ne de güzel demiş; Bir kişi Allah'tan başka kimseye ihtiyacı olmadığına inanırsa, Allah da onu başkasına muhtaç etmez.

Tebessüm yüzünüzde, sevgi yüreğinizde, sevdikleriniz ve sevenleriniz hep yanınızda olsun...

Yalakaların, dalkavukların içine düşmektense akbabaların içine düşmek daha iyidir.

Çünkü Akbabalar ölüleri, Dalkavuklar dirileri yerler...

Alıntı: Zakir Tercan

21 Ağustos 2019 Çarşamba

İmparator ve Hırsız


Armudun Çekirdeği

BU TOHUMU SİZ EKEBİLİR MİSİNİZ?
Bir zamanlar Çin'de bir adam o kadar aç ve bitkin düşmüştü ki, dayanamayıp bir armut çaldı..
Adamı yakalayıp cezalandırılmak üzere İmparator'un karşısına çıkardılar. Hırsız İmparator'u görünce ona şöyle dedi;
"Değerli efendim, çok açtım, 
dayanamadım çaldım ve yedim. Beni affetmeniz için yalvarıyorum. Eğer affedersiniz size paha biçilemez bir armağanım olacak.."

İmparator dudak büker;
"Senin gibi birinde paha biçilemez ne olabilir ki?"

Hırsız, avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatır ve;
"Bu çekirdeği ekerseniz bir gün içinde altın meyveler veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz.."

İmparator kahkaha atarak; 
"Ek o zaman, altın meyveleri görünce affederim seni.." dedi.

Yoksul adam;
"Haşmetlim bu tohumu ben ekemem çünkü ben bir hırsızım..
Bu tohumu ancak, ömründe hiç
çalmamış, başkalarına hiç haksızlık yapmamış, yalan söylememiş biri ekebilir. Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde onu ekeni zehirler, tarif edilemez acılarla öldürür. Sultanım, bu tohumu ancak siz ekebilirsiniz.."

İmparator irkildi, suratını astı, bir süre düşündü, sonra hırçın bir sesle;
"Ben imparator'um bahçıvan değil, o tohumu başbakana ver eksin de altın meyveleri görelim." dedi..

Yoksul adam, tohumu başbakana uzatınca başbakan telâşe içersinde İmparator'a dönüp itiraz etti. 
"Ben ekim biçim işlerinde çok beceriksizim efendim, sihirli tohumu ziyan ederim. Bence bu tohumu hazinadar başı eksin.."

Hazinadar başı da hemen bir bahane buldu ve bu görevi başkasına devretti.

Bir bir orada bulunan herkes sudan sebeplerle tohum ekme görevinden kaçındılar..

Sonra İmparator, doğan sessizliğin içerisinde bir süre düşündü. Başı önünde başbakana, hazinadara ve bütün görevlilere dik dik baktı ve;

"Hadi bakalım bu hırsız bahçıvana tohumun nasıl altın meyve verdiğini hep birlikte gösterip sevindirelim." dedi.
Cebinden bir altın çıkarıp yoksul adamın tutması için attı. 

Herkesin ceplerinden sessiz sedasız birer altın çıkarıp adama vermesini izledi..

Sonra da gülerek;
"Bas git buradan be adam, bugünlük bu ders hepimize yeter." dedi..

*.*

Uzun yazıları okumayı pek sevmeyen bir toplumuz, okuyan nokta koyabilir mi. 

Alıntıdır

20 Ağustos 2019 Salı

BABA CANDIR !


Delikanlı 16 yaşında iken babası ile tartışmış ve evi terk etmişti. Buna çok öfkelenen baba, evde onun adı bile anılmayacak diye yasak koymuştu. Anne her gece evi terk eden oğlunun yatağına oturup yastığını koklayarak uyuyordu.

“Oğlumu özledim, ne olur gidip arayalım, bulup getirelim” dese de, baba geri adım atmıyordu.
Aradan iki yıl geçmişti.
Oğlunun doğum günü o yıl Babalar günü ile aynı güne denk gelmişti.
Annenin ağlamaklı halini görünce dayanamadı baba “Şu adrese git, oğlunu gör” dedi.

Ve ekledi, “Adresi benim verdiğimi söyleme ama” Birkaç şey daha söyledi ama anne duymuyordu bile, aklında bir tek adres kalmıştı. Anne sevinçten uçuyordu.

Hemen hazırlandı yola koyuldu.
Büyük bir şehrin karşı yakasındaydı babanın verdiği adres.
Gittiği adres bir tamirhaneydi.
Oğlunu tulum içinde gördü.
Bir süre ıslak gözlerle dükkanın karşısından izledi ve oğluna doğru yaklaşmaya başladı.

İki yıl boyunca kendisini arayıp sormayan ailesini unutan delikanlı aniden annesini karşısında görünce önce şaşırdı, sonra koşup sarıldı annesine.

Babası hariç herkesi soruyordu, “o nasıl, bu nasıl,” diyerek.
Ve sonunda “O adam nasıl, hala aksi ve anlayışsız mı?” diye sordu annesine.

Anne cevapsız bıraktı bu soruyu.
“Hadi oğlum gel eve gidelim” dedi.

“Hayır anne, ben böyle iyiyim. O adamla tekrar aynı evde yaşayamam” dedi ve dükkana doğru yürümeye başladı.

Arkasından bir süre bakakalan anne hazırladığı pastayı oğluna vermek için seslendi.
Delikanlı pastayı alırken annesine “Anne ne olur ısrar etme, gelmeyeceğim. Bir gün bile merak edip arayıp sormayan bir adamla aynı evde yaşayamam ben” dedi.
Anne boynu bükük halde oğlunun yanından ayrılmaya hazırlanırken

“Peki oğlum sen bilirsin. Anlaşılan çok kararlısın, gelmeyeceksin. Ama baban dedi ki; son bir aydır arkadaşlık ettiği çocuktan uzak dursun, o çocuk sana zarar verecektir.
Önceki arkadaşıyla barışsın”. Bu kez çocuk donakalmıştı.

Annesi eve dönmüştü. Babaya sitem etti, “Madem biliyordun nerde olduğunu neden benden sakladın?
O yüzden rahattın demek? ”

Hep ters, aksi görünen baba yutkundu ve gözlerinden iki damla yaş akıverdi.
“O benim canımdır ya, canım” dedi.

“Ne zamandan beridir biliyordun? ” diye sordu anne.

“Gittiği günden beridir biliyorum. Bazen öğlen molalarında ne yiyip ne içiyor diye gider uzaktan izlerdim, Bazen akşamları geç gelirdim ya hani, sen beni kahveden sanırdın, işte o zamanlarda da ne yapıyor kimlerle takılıyor diye takip ederdim.”

Karı koca bir birlerine sarılıp ağlarken kapı çalmıştı.
Elleriyle gözlerini silerek kapıyı açmaya gitti anne.

Annesinin kendisine yaptığı pastadan daha büyük bir pasta ve hediye paketi ile içeri girdi delikanlı.
Koşarak babasına sarıldı. “Babalar günün kutlu olsun babaaaa”

Delikanlı anlamıştı. Kendisine hiç bakmadığını düşündüğü babasının, aslında gözünü hiç üzerinden ayırmadığını….!!!
Babalar kızar bağırır ama hep evlatların iyiliği içindir ; evlatlar çocukken bunu anlayamaz.

Fakat bir gün onlar da Anne Baba olunca anlarlar Babanın kıymetini..! 

BABALIK BÖYLE BİRŞEY..
BABA CANDIR !


Alıntıdır

18 Ağustos 2019 Pazar

KENEVİR MUCİZESİ


KENEVİR MUCİZESİ VE ABD ŞEYTANLIĞI
Fotoğraf: Yıl 1914, I.Dünya savaşı yılları ve Amerikan doları üzerinde "Kenevir" tarımı yapan çiftçiler... 
Bunu aklınızın bir köşesinde tutunuz ve okumaya devam ediniz. 
Endüstriyel Kenevir sadece bir tarım bitkisi değildir! 
Petrolün ve doların panzehridir!


KENEVİR NASIL YASAKLANDI?
1. Bir dönümlük kenevir, 25 dönümlük orman kadar oksijen üretir.

2. Yine bir dönümlük kenevirden, 4 dönüm ağaca eş kağıt üretilebilir.

3. Kenevir tam 8 kez kağıda dönüştürülebilirken, ağaç 3 kez kağıda dönüştürebilir.

4. Kenevir 4 ayda yetişir, bir ağaç ise 20-50 yılda.

5. Kenevir, gerçek bir radyasyon temizleyicidir.
6. Kenevir dünyanın her yerinde yetiştirilebilir ve çok az suya ihtiyaç duyar. Ayrıca kendisini böceklerden koruyabildiği için tarım ilacına da ihtiyaç duymaz.

7. Kenevir ile yapılan tekstil ürünleri yaygınlaşırsa, tarım ilacı sektörü tamamen ortadan kalkabilir.

8. İlk kot pantolon, kenevirden yapılmıştır; hatta “KANVAS” kelimesi kenevir ürünlerine verilen isimdir.

Kenevir ayrıca ip, halat, çanta, ayakkabı, şapka yapımı için de ideal bir bitkidir.

9. Kenevir, AİDS ve kanser tedavisinde kemoterapi ve radyasyon etkisini azaltma; romatizma, kalp, sara, astım, mide, uykusuzluk, psikoloji, omurga rahatsızlıkları gibi en az 250 hastalıkta kullanılmaktadır.
10. Kenevir tohumunun protein değeri çok yüksektir ve içindeki iki yağ asidi'de doğada başka hiçbir yerde bulunmamaktadır.

11. Kenevirin üretimi soyadan bile daha ucuzdur.

12. Kenevirle beslenen hayvanlar, hormon takviyesine ihtiyaç duymaz.
13. Plastik ürünlerin tamamı, kenevirden üretilebilir ve kenevir plastiğinin doğaya dönüşmesi oldukça kolaydır.

14. Bir arabanın gövdesi kenevirden yapılırsa, dayanıklılığı çelikten tam 10 kat fazla olur.

15. Binaların yalıtımı için de kullanılabilir; dayanıklı, ucuz ve esnektir.

16. Kenevirle yapılan sabunlar ve kozmetik ürünler, suyu kirletmez; yani tamamen doğa dostudur.

Amerika’da 18. yüzyılda üretimi zorunluydu ve üretmeyen çiftçiler hapse atılıyordu. Ancak durum şimdi tam tersi. NEDEN?

-W. R. Hearst, 1900’lü yıllarda Amerika’da gazete, dergilerin ve medyanın sahibiydi. Ormanları vardı ve kağıt üretiyordu.

Eğer kenevirden kağıt yapılırsa, milyonlarını kaybedebilirdi.

-Rockefeller, dünyanın en zengin adamıydı. Petrol şirketi vardı. Bio yakıt olan kenevir yağı da, elbette onun en büyük düşmanıydı.

-Mellon, Dupont şirketinin ana hissedarıydı ve petrol ürünlerinden plastik üretmek için patente sahipti. Ve kenevir endüstrisi, onun pazarını tehdit ediyordu.

-Sonra ise, Mellon ABD Başkanı Hoover’in hazine bakanı oldu. Bu bahsettiğimiz büyük isimler yaptıkları toplantılarda


kenevirin bir düşman olduğuna karar verdiler. Ve onu ortadan kaldırdılar. Medya aracılığıyla, marihuana sözcüğüyle birlikte keneviri, insanların beynine, zehirli bir uyuşturucu olarak kazıdılar.

Kenevir ilaçları piyasadan çekildi, bunun yerini bugün kullanılan kimyasal ilaçlar aldı. 
Kağıt üretimi için, ormanlar katledildi. 
Tarım ilaçları ile zehirlenme ve kanser arttı.
Ve derken dünyamızı plastik çöplerle, zararlı atıklarla donattık…

13 Ağustos 2019 Salı

Osman efendinin başağrısı


Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder.
Doktor çağrılır. Doktor muayene eder,ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin başağrısı artarak devam eder.
Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar.

Osman Efendi Uşak’ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat etsede hiçbir doktor çare bulamaz.

Artık geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul’a götürmeye karar verirler, en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır hiç bir sonuç alınamaz. Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Gü gectikçe ağrısı dayanılmaz hale gelmiştir ağrı kesici iğnelerle zar zor ayakta duruyor.

İstanbuldada derdine çare bulunmayan Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına İsvicreye götürülür. Haftalarca hastanede kalır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır ama hiç bir Sonuç alınamıyor ve Osman Efendiye teşhis konulamaz.

Artık yerinden kalkamayan Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir, ülkesine dönüp “dinlenmesi”, daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir. İyice müzminleşen başağrısıyla Osman Efendi bitkin haldedir, aile perişan. “Kader”denilir, Uşak’a dönülür.


Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar. 

Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendinin eski berberi “Berber Mehmet” çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken, derdini berber Mehmete anlatır ve ölümü beklediğini söyler.
Berber Mehmet bir an düşünür.
“Beyim?” der, “Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın” ? der bir bakar,
“Hah işte" der.
"Kıl dönmüş. görüyorum işte dönmüş" der Mehmed efendi. Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından çıkardığı cımbızla kılı çekmeye başlar, fakat Osman Efendinin çığlığını duyan odaya koşar bu çığlık nedir diye..
Yetişenler berber Mehmeti sıkıca tutan Osman Efendinin elinden alırlar cımbızın ucundaki tuttuğu yirmi santimlik kılla birlikte uzaklaştırırlar.
Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır.

Ertesi gün olur, sabah Osman Efendinin aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyandığı görülür. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır.
O cimbızla Mehmet efendinin aldığı kıl yokmu? iste o kıl, dönerek sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstırapların tek sebebidir.
Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Ayrıca, bu gün olan görüntüleme teknolojisinin o gün olmamayışını düşünürsek konunun vahametini daha iyi anlamış oluruz.

Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet’i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.

8 Ağustos 2019 Perşembe

ENES BİN MALİK






EVLENDİ BAKIN İLK GECE NE OLDU

...

Evlendi ve ilk gece eşinin yüzünü açtı rengi siyah idi, güzel de değildi.. Zifaf gecesi eşini terk etti.. eşi bunu anlayınca birkaç gün sonra adamın yanına gitti ve dediki ''HAYIR BELKİ ŞERRİN İÇİNDE SAKLIDIR'' dedi ve kocasını ikna edip tekrar evine götürdü.

O gün zifafını tamamladı ama kalbinde yine sıkıntı vardı adamın, bir türlü o evliliği kabullenemiyordu.. İkinci bir kez eşini ve bu sefer şehri terketti..

Aradan yıllar geçer tam 20 yıl sonra şehre geri döner..

Namaz için bir camiye girer bakar ki gencin biri vaiz ediyor. Bu genç muhteşem bir yetenekti adeta dehşete kapılan MALİK oradaki cemaate sorar, kim bu Alim delikanlı?

-Derler ki adı "ENES"tir.


Peki babası kimdir?

-O' 20 yıl önce buralardan gitti bir dahada gelmedi adı "MALİK"tir.

Demekki eşi o zaman hamile kalmış ve ENES gibi bir evlada sahip olduğu için Allah''a çokça şukreder ve hemen gencin yanına giderek, kendisini evine götürmesini iser. 
O'na, seninle evinize kadar geleceğim ama içeri girmeyeceğim, kapıda bekliyeceğim. 
Yalnız senden bir isteğim var "HAYIR BELKİ ŞERRİN İÇİNDE SAKLIDIR'' Bu cümleyi annene söylemeni istiyorum der.
Giderler..
Genç eve girerek annesine dışarda bir yabancı olduğunu ve kendisine söylemek istediği hikmet dolu o sözü söylediğinde: "Koş evlat koş, o senin baban kapıda bekletme onu eve al" der.

Onları yalnız bırakarak terkettiğini oğluna hissettirmeyen o güzel ruhlu kadın, çok sıcak bir karşılama yaparak onu kabul eder.

İşte o anneden bir çok hadisi şerifi rivayet eden "ENES İBN-İ MALİK" olmuş, hayat boyu
Peygamber Efendimizin (s.a.v) hizmetkârı olmuştur.


Allah onden razı olsun Enes'in annesi, böyle güzel bir evlat yetiştirdiği için.
-Alıntıdır
▪▪▪

İbrahim hakkı hz. güzel bir dörtlüğü ne güzel ifade ediyor

Hakk’ın olacak işler
Boştur gam-u teşvişler
O hikmetini işler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler

Alıntı ve derleme -Güzel sözler.

7 Ağustos 2019 Çarşamba

Tek Ayakkabılı Çocuk


TEK AYAKKABI
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini öntarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.. Adam ona b

Bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:

- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.

Çocuk, ona dönerek:

- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.

- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.

Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:

- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.

Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:

- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?

- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...

Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:

- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?

Çocuk, başını yanlara sallayıp:

- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.

İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder. Çocuk biraz düşünüp:

Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?

- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.

Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:

- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.

- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.

- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.

Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek

- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.

- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?

- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.

Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş
değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:

- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..

Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu.
Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:

- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!'

demişti.
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yaşanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçekleşecek Bir Düş Bulur

* Bulunmayacak Tek Şey Senin Benzerindir.

Alıntıdir

3 Ağustos 2019 Cumartesi

Haber Salın!


Toplaşın etrafıma diyeceklerim var... 
TÜRK Ordusu, Kıbrıs'a Hava ve Deniz Üssü kurulacağını, ayrıca Irak'ın Kuzeyine de Askeri Üs Kurulacağını Açıkladı..!! 
Haber salın tüm Cihan'a, Türkler ayağa kalkıyor desinler.. haber salın............... 

Osmanlı'nın artığısınız dediklerinde kahroluyorum, diyen Kerkük'lü nineye haber salın..!! 
Bizi kimlere bırakıp gidiyorsunuz..?? diye haykıran Şam'lı dedeye haber salın..!! 

Bu vazifeyi Yavuz Sultan Selim Han verdi, 500 yıldır İstanbul'u bekliyoruz, diyen Halepli mücahide haber salın..!! 
Türkiye için dua etmeden seccademi kaldırmam, diyen Bosnalı teyzeye haber salın..!!

İki patik ördüm, köyüme ilk gelen Türk askerlerine vereceğim, diyen Ahıskalı geline haber salın..!! 
Ordumuza katılmak için ceketini satan Pakistanlı gence haber salın..!! 

Kolundaki bilezikleri ve yüzükleri göndererek kurtuluş savaşında bizlere buyuk destek veren, Pakistanlı Kadınlara haber salın..!!
Şahadet parmağını İsrailli askerlere uzatarak, "Bir gün gelecekler" diye ağlayan Gazzeli çocuğa haber salın..!!  

Baykal'a, Hazar'a, Tuna'ya, Fırat'a ve Nil'e... Türkmen dağına, Apşeron'a, Elbruz'a ve Erciyes... Ahlat'a, Abdülhamid’e Cinnah’a! Aliya’ya! Elçibey’e! Dudayev’e! Dr. Sadık’a, Resulzade’ye! Vahapzade’ye! Aytmotav’a! Akif’e! Hazar’a! Tuna’ya! Nil’e! Fırat’a! Dicle’ye! Ahlat’a! Malazgirt’e! Urimçi’ye! Fergana’ya ve Tebriz’e!… 
Velhasıl-ı kelam... 
-Yürek bohçasında bize dair ağıt ve umut taşıyan her yere, her sese, herkese haber salın..!! 
Selam olsun ümmete , yurdumun yiğitlerine.... (Yunus Efe)

2 Ağustos 2019 Cuma

Kekik ve faydaları


KEKİK NEDİR? 
Kekiğe ilgi duyan bir halk hekimi kekiği araştırmaya başlar. Kekikle ilgili çalışmalar yaparken kekiğin öldürmediği 
1 tek mikrop bakteri virüs olmadığını farkeder. Almanyada bilimsel araştırma yaparken Türkiyeden kekik iksiri ister . Amacı kekiğin etkisini bakteri ve virüs lerdeki etkisini kanitlamaktır. 
Labaratuarın soğutucu dolabına kekik iksirini koyar ama ağzını acık unutur. Sabah geldiklerinde diğer dolapdaki araştırma ve deneme için bulunan tüm bakteri ve mikropların öldürdüğünü farkederler. Biolog ve araştırmacılar buna çok şaşırır. 
İş o kadar ciddi boyuta ulaşır ki araştırma ekibi korkar ve araştırma yapmakdan vazgeçer. Çünkü kekiğin gündeme gelmesi dünya kimya sanayinin çökmesi anlamına gelmektedir. Tamamen doğaldır ve çok güçlüdür. kekik yağında yaşayan 1 tek canlı özel bir enzim olduğunu farkeder. Ve bu enzim ancak kekik yağında mayalanır. 

Bu enzimi bitkiler üretir ve elde edilmesi zordur. Kekik mikrop öldürücü özelliği ile antiseptik, antimikrobik bir bitkidir. Ayrıca içeriğindeki maddelerle vücutta hücre koruma sistemlerini güçlendirmesiyle antioksidan, kanser oluşumunu engellemesiyle antikanserojen, her türlü karın ağrısı ve gaz giderici özelliği ile antispazmodik, romatizmal hastalıkları iyileştirmesiyle antiromatizmal, diyabet hastalığını engellemesiyle antidiyabetik ve vücuttaki kolestrol oranını ayarlamasıyla antikolestremik özellikler taşımaktadır. 

Bu özellikleri ile kekik, yaşlılığı geciktirmekte, tümör oluşumunu engellemekte, şeker hastalığına iyi gelmekte ve iyi gelmekte ve gıdaların bozulmasın doğal yolla engellemektedir. 


FAYDALARI 
Bedeni kuvvetlendirir 
Hazmı kolaylaştırır. 
İştahsızlığı giderir. 
Sinirleri kuvvetlendirir. 
Kalp çarpıntılarını keser. 
Bağırsak iltihabını iyileştirir. 
Salgı bezlerinin düzenli çalışmasını sağlar Böbreklerde ve mesanedeki mikropları öldürür. 
kanser hücrelerinin yeni damar oluşturmasını önler. 
Afrodizyak özelliği vardır. 
Hastalıklara karşı direnme gücünü artırır. Çocuklarda görülen kansızlığı giderir. Kan dolaşımını düzenler. 
Müzmin öksürük, astım, bronşit ve zatüreede tedavi eder. 
Grip, nezle ve anjinde tedavi eder. 
Kekik suyu romatizma ağrılarını dindirir. Kandaki şeker miktarını azaltır. 
Şeker hastalarının yaralarını 1 haftada iyileştirir. 
Göz kurlarını düşürür. 
Pankreas onarımı yapıyor insülin salgılanması sağlar. 
Şeker tedavisinde çok etkilidir. 
Kekik yağından 100 kat etkilidir.
Tüm canlıların üzeri kitin kaplıdır. Bu çok güçlü bir zırhdır. Bedende ki solucan kurt ve parazitlerin yumurtalarını çatlatır ve öldürür bunu yapan tek ilaçtır. 
Mantarı hastalıklarda 100 de 99 etkilidir. parmak arasındaki yaraları kaşıntıyı 3 günde tedavi eder. 
Ayak kokusunu önler. 
Genital mantarda çok etkilidir.
İntolasodik asit çıkarır.
Bitkilerde kullanabilirsiniz canlandigini görürsün.
Zararlı böcekleri öldürür.
Sivrisinek yaşamaz . Odaya sivrisinek gelmez.
Buharını nefes açar.
Bademcik rahatsızlığı 1dakika gargadada 30 dakikada ağrı kalmaz.
Binlerce yıldır yörüklerin kullandığı ilk bitkidir.
Ağız kokusuda kalmaz.
En büyük özelliği sindirim sistemindeki faydali ise ise kendine çevirerek üretir. Değilse öldürür.
Hücre duvarlarını güçlendirir. 
Kulunc ve sırt ağrısında muhteşemdir.
Katarak için suyu ile gözü yıkayın.
Abd de meksikalı kökenli tıp profesörü prostat kanserinde 100 de 70 tedavi ettiğini belgelemistir.isteyene verebiliriz.
Kadınlarda göğüs kanserinde 100 de 63 etkilidir.
Arı varao hastalığında etkilidir.
Nefes açar astım tedavi eder.
Arı kekiği çok sever.
İnsülin salgısını artırır.
İnsülin kanallarını açar.
Kullandığınız suyun temiz olup olmadığını test eder.
Yağları eritir Zayıflatir.
Eklem ağrılarına iyi gelir.
Gastrit tedavi eder.
Tüm mide ağrıları kısa sürede yok eder.
Ayak kokusunu tedavi eder.
Tırnak mantarı ni tedavi eder.
Bitkilerde kök hastalıklarında etkilidir.
Klima temizler. 
Demir ve kalsiyum tuzları vardır yorgunlukla ve dinç olmak için idealdir.
İltihap giderici.
Ağrı dindirici.
Balgam söktürücü.
Güçlendirici, ferahlatıcı.
İmmun sistemi takviye edici. 
Dezenfekte edici.
Hazmı kolaylaştırıcı Ve etkisi muhteşem bir bitkidir.. 

30 Temmuz 2019 Salı

MUTLU OLMAK İÇİN


MUTLU OLMAK İÇİN NE YAPMALIYIZ? 


1. Bol su için. 
2. Kahvaltıda çok, öğle yemeğinde orta, akşam yemeğinde az yiyin. 
3. Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok, fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin. 
4. Hiç bir şeyi içinize atmayın. 
5. İbadet ve dua için zaman ayırın. 
6. Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.Tefekkür edin. 
7. Düzenli uyuyun. 
8. Her gün 10-30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken gülümseyin. 
9. Hayatınızı başkalarınki ile karşılaştırmayın. Onların seyahatinin nasıl olduğuna dair hiçbir fikriniz yok. 
10. Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere sahip olmayın. Bunun yerine enerjinizi şu an için harcayın, nefes aldığınız her anın kıymetini bilin, keyfine varın. 
11. Sadeliğin güzelliğini keşfedin. 
12. Hayatı çok da ciddiye almayın. Fâni olduğunuzu unutmayın. 
13. Kıymetli enerjinizi başkaları hakkında konuşarak boşa harcamayın. 
14. Sû-i zandan kaçının. 
15. Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan her şeye zaten sahipsiniz. 
16. Geçmiş meseleleri unutun. Kişilerin geçmiş hatalarını hatırlatmayın. Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar. 
17. Hayat, birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır. Kimseden nefret etmeyin. 
18. Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın. 
19. Hayatın bir okul olduğunu ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın. Problemler, cebir dersi gibi gelip giden, ancak aldığımız derslerin bir ömür boyu devam ettiği eğitim programının bir parçasıdır. 
20. Daha fazla gülümseyin ve pozitif olmaya çalışın. 
21. Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz. Aynı fikirde olmasanız da, anlaşın. 
22. Ailenizi sık arayın. 
23. Her gün diğerlerine iyi bir şey verin. Gülümseme, teşekkür, iltifat, yardım, destek, moral... 
24. Herkesi her şey için affedin. 
25. 70 yaşından büyük ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin. 
26. Her gün en az 3 kişiye gülümseyin ve tanımadığınız birine SELÂM verin. 
27. Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü ile ilgilenmeyin. 
28. Doğru olanı yapın, yanlışlarınız için de pişman olmayın. Ne oluyorsa ya da olmuyorsa, hayrımıza olduğu içindir! 
29. Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan her şeyden uzak durmaya çalışın. 
30. ALLAH her şeyi iyileştirir, şu an fark etmesek de, yaşadığımız her şey iyiliğimiz içindir. 
31. Bir durum iyi veya kötü olsun, nasılsa değişecektir. Durumu kabullenin. 
32. Nasıl hissederseniz hissedin, kalkın, giyinin ve ortaya çıkın. Kendinizi eve kapatmayın. 
33. En iyisine henüz sıra gelmedi. 
34. Sabah canlı olarak uyandığınız için ALLAH' a şükredin. 
35. Maneviyatınız daima mutluluğunuzdur. Hislerinizi önemseyin. İnanın, dua edin, gerekeni yapın ve gerisini ilahi akışa bırakın... 
Prof. Dr. Nevzat Tarhan

29 Temmuz 2019 Pazartesi

Fakir işçi ve bir dilenci hikâyesi


ÇOLUK ÇOCUĞU AÇ KALAN İŞÇİ İLE DİLENCİ
Fakir bir işçi, bir gün işinden çıkartılır. Bunun üzerine başka da hiçbir gelir kaynağı olmadığı için çoluk-çocuğu arka arkaya üç gün aç ve susuz kalır.
Adam iş bulmak üzere nereye baş vurduysa "İşimiz yok" cevabı ile kapılar yüzüne kapanmaktadır. Üst üste üç gün midelerine hiçbir gıda girmeyen yavruların dinmeyen ağlayışları annenin yüreğini parçalayacak dereceye gelir.
Çaresizlikler içinde durumu kocasına açar:
"Bey, görmüyor musun? Açlıktan yavrularımızın yüzleri sarardı ve bağırsakları eridi. Hadi biz neyse dayanırız, ama onlar bu kadarına tahammül edemezler; bu sefaletimizin sonu ne olacak; bir şey düşünmüyor musun?"
dedi.

Adam düşünceden önce eğilmiş başını eşinin yüzüne doğru kaldırarak ona der ki; "Karıcığım, günlerdir başvurmadığım kapı kalmadı. Piyasaya göre en düşük ücret karşılığında iş aradım, tek bir kerrecik olsun karnınızı doyurabileyim diye; olmadı. Kimse bana iş vermiyor. Yavrularımın açlıktan erimeye yüz tutan ciğerleri benim de yüreğimi parçalıyor. Ama anlıyor ve görüyorsun ki, elimden bir şey gelmiyor.
"Bu sözler üzerine kadın kocasına der ki: Öyle ise şu benim gelinlik günlerinden kalma başörtümü götür sat; ne kadar tutuyorsa bir şeyler al getir de hele bir kereliğine şu yavrucağızların karnını doyuralım; sonrasına, kulların rızkını veren cömert Allah (c.c.) kerimdir. Elbette bize hayırlı kapı açar."
Adam utançtan yüzü kızararak ve düştüğü acıklı, çaresizliğin ıstırabını ruhunun derinliklerinde duyarak, karısının gelinlik çeyiz sandığından çıkarıp getirdiği hiç kullanılmamış başörtüsünü alır ve satmaya yollanır.
Başörtüyü o zamanın parasıyla ancak iki dirheme satabilir.
Aldığı para ile yiyecek bir şeyler satın almaya giderken yolun üstünde bir dilenciye rastlar; adam gelip geçenlere şu sözlerle yalvarmaktadır: "Allah rızası ve peygamber aşkı için boş geçmeyiniz. Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak karşılığında bana yardım etmek isteyen yok mu? Dünyada hiçbir şeyi olmayan kelimenin tam manasıyla muhtaç bir kimseyim."
Adam dilenciye sokulur karısının gelinlik başörtünü satarak aldığı ve günlerdir açlıkla boğuşan yavrularının bir öğünlük yiyeceğine ödeyeceği iki dirhemi, olduğu gibi cebinden çıkarır zavallı dilenciye verir.

Şimdi eli boş eve dönmekten gerçekten utanmaktadır; çemberin parası ne oldu diye sorduğu zaman karısına ne cevap verecek. Kadıncağıza nasıl "Çemberine iki dirhem verdiler; onu da ilk rastladığım dilenciye verdim; adamın yalvarmalarına dayanamadım" diyebilecekti. Bu düşünceler içerisinde camiye varıp akşam namazını kıldıktan sonra çöken akşam karanlığılı ile birlikte ve bomboş ellerle yine evine döndü.
Karısı ve çocukları sabırsız bakışlarla bir şeyler getirecek diye yolunu gözlüyorlardı. Geç de kalınca her halde iyi bir şeyler getirecek diye sevinmişlerdi.
Adam ümitsiz bir halde ve hep önüne bakarak kapıdan içeri girince kadın şaşakalır ve o akşam da aç kaldıklarını anlar yavrular da boşa giden ümitlerinin arkasından kim bilir kaçıncı kere hep bir ağızdan artık açlıktan kısılmaya yüz tutmuş zayıf bir sesle ağlamaya başlarlar.
Kadın hem kızgın ve hemde şaşkın bir ifade ile kocasına başörtüsünü ne yaptığını sorar.

Adam herşeyi olduğu gibi anlatarak başörtüyü sattıktan sonra yiyecek bir şeyler almaya giderken yolda rastladığı dilenciye elindeki iki dirhemi verdiğini karısına söyleyeverir. Kadın işin iç yüzünü öğrenince üstün bir sabır ifadesi takınarak kocasına şöyle der:
"Başörtünün parasını madem ki Allah yolunda verdin; O ulu ve zengindir; gösterdiğin cömertliğin karşılığında bize dilediği anda karşılığını vermek gücüne fazlasıyla sahiptir. Sen yine en iyisini yaptın; bakalım önümüze hangi kapı açılacaktır."

Sabahleyin kadın, kocasına bu defa yine baba evinden getirdiği bir duvar saatini verir, "şimdi de bunu satmaya götür ve karşılığında eline geçen para ile eve yiyecek bir şeyler getir" der. Ertesi gün adam, çarşının her tarafını gezerek saati satmaya çalışır. Fakat hiçbir müşteri bulamaz. Yorgun argın ve yine ile boş gideceği için üzgün bir halde eve dönerken bir balık satıcısına rastlar.
Adam avazının çıktığı kadar yüksek bir sesle "balık, balık var, balık" diye bağırıyor. Fakat elinde son olarak kalan iki balığa müşteri bulamıyordu.
Adam, balıkçıya sokulur ve ona der ki, "Şu saat benim işime, o balıklar da senin işine yaramaz; öyleyse sen bana elinde kalan iki balığı ver; ben de sana karşılık olarak şu saati vereyim." Müşteri ayartmak için sabahtan beri bağıra bağıra sesi kısılan balıkçı, adamın teklifini kabul eder, balıkları verir, karşılığında saati alarak oradan uzaklaşır.

Günlerden beri ilk defa eve yiyecek bir şey götürebileceği için ölçüsüz derecede sevinen adam, balıkları kapar kapmaz hızla evinin yolunu tutar. 
Babalarının yiyecek bir şey getirdiğini gören çocuklar neşe ile birbirlerine sarılırlar. 
Kadın balıkların içini temizlemek üzere mutfağa girer. Az sonra gördüklerinin karşısında şaşkına dönerek kocasını çağırır. 
Balıklardan birinin karnından bağırsak yerine parlak ve iri bir inci çıkmıştır. 
Adam inciyi alır; bir kuyumcuya koşar. Kuyumcu incinin benzersiz değerde bir mücevher olduğunu, kendilerine sattığı taktirde karşılığında ondörtbin dirhem ödemeye hazır olduğunu söyler. Adam artık anlar ki kötü talihi değişmiştir. 

Çektiği ağır sıkıntılar artık son bulmuş, Allah ona nimet kapılarını açmıştır. İnciyi satarak kuyumcudan uça uça evine yönelir. Olup bitenleri karısına anlatınca bütün ev neşeye gömülür ve hepsi bir ağızdan kederlerini gideren Allah'a ölçüsüz şükürler ederler. Tam bu sırada kapıya gelen bir dilencinin sesi duyulur. Adam dua ve yalvarmalar içinde içeriye şöyle seslenir. "Ey hane halkı, esirgeyici Allah size bağışladığından bana da verin." der.
Adam hemen kapıya çıkar dilenciye der ki: "tam şu anda Ulu Allah (c.c) hiç beklemediğimiz bir şekilde ve içinde günlerce kıvrandığımız bir açlığın sonunda on dört bin dirhem bağışlamıştır. Madem ki sen Allah rızası için Allah'ın bağış ettiğinden pay istiyorsun dur bekle; bu paranın yarısını sana getireyim. Kalan yarısı da bizim olsun." der. 
Kendisine ilk ağızda yedi bin dirhem kazandıran bu taksime fazlasıyla memnun görünerek razı olan dilenciye paranın yarısını getirmeye giden ev sahibi kapıya dönünce dilencinin orada olmadığını görür; sağı solu iyice araştırdıktan sonra her nedense adamın çekip gittiğini anlar. Ev sahii bütün keder ve sıkıntılardan sıyrılmış bir rahatlık içinde yatağına uzanınca rüyasında kapıdan kaybolan akşamki dilenciyi görür, ona neden parayı beklemiyerek kaybolduğunu sorunca şu cevabı alır; 

"ben herhangi bir dilenci değildim; Allah'ın meleklerinden biriydim, hayırseverliğini ve Allah rızasına bağlılık dereceni ölçmek üzere insan kıyafetine girerek o anda kapına geldim, beni bizzat Ulu Allah (c.c) seni son bir defa daha deneyerek dereceni yükseltmek için evine gönderdi. Geçen akşam karının başörtüsüne karşılık eline geçen iki dirhemciği çocuklarına yiyecek almaya giderken verdiğin dilenci de yine bendim. Gönül rahatlığı ile o iki dirhemi, Allah rızasını kazanayım diye bana verince Ulu Allah (c.c) sana o inciyi bağışladı. 
Bu akşamki ölçüsüz cömertliğinin karşılığında da öbür dünyanın eşsiz zenginlikteki Cennet nimetleriyle kavuşacaksın." Ne mutlu senin gibi Allah rızasını en sıkışık durumlarda bile baş gaye bilen bahtiyar mü'minlere... 

 "Ermişlerden Osman Efendi, Seçme Dini Hikayeler, Seda Yayınları, İstanbul 2005"