29 Eylül 2019 Pazar

İslamın Tıb'ba rehberliği'nin bir örneği daha


1940’ların sonuna doğru Amerika’da bir olay cereyan ediyor. Zengin bir adamın ölümünden birkaç yıl sonra bir kadın yanında bir çocukla mahkemeye başvuruyor. Çocuğun ölen adamdan olduğunu iddia ediyor.

Ölüden DNA testi yapılamayan bir dönem dünya için. Amerika hukuk sistemlerinde bu olayın bir karşılığını bulamayınca başka sistemlere müracaat ediyorlar. Roma hukukuna bakıyorlar yok. Yunan, Hint, Uzakdoğu’da yok. Bir heyet Türkiye’ye geliyor.

Dönemin İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’e yönlendiriliyorlar. İlk başta anlam veremiyor gelen ekip. Gönülsüz de olsa görüşüyorlar. Bilmen onlara ölen adamın kemiklerinin durup durmadığını sorduğunda şaşkınlıkları iyice büyüyor. Durduğunu söylüyorlar. Ömer Nasuhi onlara kuyruk sokumu kemiğinden bir yer tarif ediyor. Tarif ettiği yere çocuğun bir damla kanını damlatmalarını, eğer o kemik kanı emerse çocuğun o adamdan olduğunu aksi olursa kadının yalancı olduğunu ve buna göre hüküm verebileceklerini anlatıyor. Gelen ekip görüşmeden memnun olmaksızın şaşkınlıklarını da yanlarına alıp ülkelerine dönüyorlar.

Bir müftünün böyle bir tıp bilgisine nasıl hâkim olabileceğine ihtimal veremiyorlar. Ekipteki bir doktorun ise kafasını kurcalıyor bu mesele. Müftünün yanlışlığını ispat etmek için mezar açtırılıp adamın bedeni çıkarılıyor. Tarif edilen kemiğin üzerine önce kendi kanını damlatıyor. Kan akıp gidiyor kemiğin üzerinden. Sonra çocuğun kanını döktüğünde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Kemiğin kanı emdiğini gördüğünde hayretini gizlemiyor.

Görüşmede Ömer Nasuhi’nin yanında olanlar da ilk duymuş olacaklar ki heyet gittikten sonra bu meseleyi nereden bildiğini soruyorlar. Adı geçen kemiğin sadece kendi neslini kabul ettiğini uzun uzun anlatıyor. Oradaki küçük bir parçanın önemine değiniyor. Vücuda ne yaparsanız yapın o kemiği yok edemediğinizi, kıyamete kadar hiçbir gücün de buna muktedir olamayacağını, zira mahşerde insanlar o kemik parçasından yeniden diriltileceğini anlatıyor.

Ebû Hüreyre’den (r. a)  rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
- Toprak her insanı çürütür. Ancak kuyruk sokumu kemiği çürümez. İnsan ondan yaratılmıştır ve yeniden yaratılması da ondan olacaktır.

Arkadaşlarınızın da okuyabilmesi için lütfen paylaşın; kalplerin yumuşamasına, insanların hidayetine vesile olursunuz InşaALLAH.
Alıntı

28 Eylül 2019 Cumartesi

Bir kıssa İbrahim ethem hz.


İBRETLİK!!!

İbrahim Ethem Hazretleri, tâcı tahtı terk ediyor,
Seneler sonra Kendi YAPTIRDIĞI camide yatsı Namazı kılıyor,

Dışarıda kar var, hava çok soğuk,
"Şurada kıvrılayım da sabah olunca giderim” diye düşünüyor,

Caminin bekçisi geliyor...

Bekçi: “Ne yapıyorsun burada” diyor...

İ. Ethem: “Müsaade et şurada yatayım, Sabah Namazından sonra gideceğim” diyor,

Bekçi bacağından tutuyor onu  sürükleye sürükleye, kafasını merdivenlere vura vura atıyor onu dışarıya...

İbrahim Ethem “Ben bu camiyi yaptırdım” diyemiyor KİBİR olur diye,
Çaresiz şehre gidiyor,
Her taraf kapalı, sadece bir yer açık, bir ekmek fırını....

Kapıyı çalıyor ve sabaha kadar oturma müsaadesi istiyor,
Orada çalışan işçi “Geç otur” diyor,
Aradan bir-iki saat geçiyor,
Sabah ezanı okunmaya başlıyor,

Okunduktan sonra işçi dönüyor...

“Hoşgeldiniz nereden gelip nereye gidiyorsunuz isminiz ne. ?" diyor.

İbrahim Ethem de

“Ben iki saattir burada oturuyorum şimdi mi geldi aklına sormak” diyor...

Fırıncı “Ben bu fırında işçiyim, İki çocuğum var, iki de yetime bakıyorum, Ben onlara şimdiye kadar HARAM LOKMA YEDİRMEDİM, Senin geldiğin vakit benim mesai saatim dahilindeydi, Ezan okundu mesaim bitti, Seninle istediğin kadar konuşabiliriz, şimdi KAZANCIMA HARAM karışmaz” diyor...

İbrahim Ethem “Sen ne güzel adammışsın, Sen ALLAH’tan bir şey isteyip de olmadığı vaki oldu mu..?” diye soruyor,

“Ben ALLAH’tan ne istediysem verdi, Fakat ALLAH’tan bir şey istedim, Onu bana vermedi, ALLAH’a yalvardım, bana İbrahim Ethem Hazretlerini göster diye, bana onu göstermedi” diyor...

“O ALLAH ÖYLE BİR ALLAH Kİ" diyor İbrahim Ethem Hazretleri

“İBRAHİM ETHEM'İN BACAĞINDAN SÜRÜKLEYE SÜRÜKLEYE, KAFASINA VURA VURA GETİRİR SANA GÖSTERİR, SEN YETERKİ YÜREKTEN İSTE" diyor...

13 Eylül 2019 Cuma

Alan el ile veren elin buluşması


Ben Camii İmamıyım.
Ne kadar inanacaksınız bilemedim ama sır kalsın da istemedim.
Dün namaz bitti, iki kişi, iki ayrı köşe de dua ediyor.
Biri ağlıyor, sanki diğeri de gülüyor.
Ama bizim cemaatten değil belli.
Dur dedim, bunda bir iş var?
Nasılsa çıkacaklar, oturdum bekledim.

Bir şeyler okuyor gibi yapıp onları izledim.

Çok güzel giyimli olan bey sesli ‘’Amin’’ dedi, bütün camii sanki inledi. Kalkıp yanıma geldi, hocam dedi.’’ bu zarfı al.

Çocuğum yoğun bakımdaydı, doktorlar birkaç gün ömrü kaldı. Yaşaması zor ama duaya devam edin demişlerdi. Şükür ki şimdi evde annesinin dizlerinde.
İki rekat şükür namazı kıldım, adağımı yerine getireyim dedim de, sen bulursun bir ihtiyaç sahibi, olur değil mi?’’ Tamam kardeşim dedim, çıktı gitti.

-Diğer kardeşimiz belli ki sokakları temizleyen birisi.
O da kalktı biraz sonra çıkıyor kapıdan ama gözlerinde yaş var..
Ben 55 yaşındayım, insanların halini biraz anlarım. Kardeş bak kimse yok gel anlat dedim.
Hocam, iki evladım var daha dün işe girdim elim biraz dar, maaşa da çok zaman var.

Öğretmen bir şeyler istemiş.
Bizim de borç isteyecek kimsemiz yok ki idare edelim maaşa kadar.
İçim daraldı, dua ettim Rabbimden bir çıkış kapısı istedim.
Kardeşim bak inanmayacaksın ama az önce çıkan bey bana zarf verdi bunu ihtiyaç sahibi birine iletir misin dedi.
Buyur bu senin duanın kabul eseri.

Akşama doldur sepeti, sevindir o iki garibi dedim ve kendisine zorla kabul ettirdim.
Zarfı açmamıştım, kaç para var bakmamıştım. Adamcağız da sevinip çıktı gitti.

Sonra oturup dua ile şükür ettim.
Allah’ım dedim.
Adak adayanı da, para lâzım olanı da, camiinin hocasını da aynı mekânda buluşturdun, zarfa bile baktırmadın. Çünkü ben eminim ki sen lâzım olacak kadar içine koydurdun.
Hikmetler sahibi yüce Allahım
beni de bu yolda vesile kıldın hamdü senalar olsun.

Çok şükür sana, ne olur tekrar benim camiye yolla yine olursa…
ALINTI