30 Temmuz 2019 Salı

MUTLU OLMAK İÇİN


MUTLU OLMAK İÇİN NE YAPMALIYIZ? 


1. Bol su için. 
2. Kahvaltıda çok, öğle yemeğinde orta, akşam yemeğinde az yiyin. 
3. Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok, fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin. 
4. Hiç bir şeyi içinize atmayın. 
5. İbadet ve dua için zaman ayırın. 
6. Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.Tefekkür edin. 
7. Düzenli uyuyun. 
8. Her gün 10-30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken gülümseyin. 
9. Hayatınızı başkalarınki ile karşılaştırmayın. Onların seyahatinin nasıl olduğuna dair hiçbir fikriniz yok. 
10. Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere sahip olmayın. Bunun yerine enerjinizi şu an için harcayın, nefes aldığınız her anın kıymetini bilin, keyfine varın. 
11. Sadeliğin güzelliğini keşfedin. 
12. Hayatı çok da ciddiye almayın. Fâni olduğunuzu unutmayın. 
13. Kıymetli enerjinizi başkaları hakkında konuşarak boşa harcamayın. 
14. Sû-i zandan kaçının. 
15. Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan her şeye zaten sahipsiniz. 
16. Geçmiş meseleleri unutun. Kişilerin geçmiş hatalarını hatırlatmayın. Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar. 
17. Hayat, birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır. Kimseden nefret etmeyin. 
18. Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın. 
19. Hayatın bir okul olduğunu ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın. Problemler, cebir dersi gibi gelip giden, ancak aldığımız derslerin bir ömür boyu devam ettiği eğitim programının bir parçasıdır. 
20. Daha fazla gülümseyin ve pozitif olmaya çalışın. 
21. Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz. Aynı fikirde olmasanız da, anlaşın. 
22. Ailenizi sık arayın. 
23. Her gün diğerlerine iyi bir şey verin. Gülümseme, teşekkür, iltifat, yardım, destek, moral... 
24. Herkesi her şey için affedin. 
25. 70 yaşından büyük ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin. 
26. Her gün en az 3 kişiye gülümseyin ve tanımadığınız birine SELÂM verin. 
27. Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü ile ilgilenmeyin. 
28. Doğru olanı yapın, yanlışlarınız için de pişman olmayın. Ne oluyorsa ya da olmuyorsa, hayrımıza olduğu içindir! 
29. Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan her şeyden uzak durmaya çalışın. 
30. ALLAH her şeyi iyileştirir, şu an fark etmesek de, yaşadığımız her şey iyiliğimiz içindir. 
31. Bir durum iyi veya kötü olsun, nasılsa değişecektir. Durumu kabullenin. 
32. Nasıl hissederseniz hissedin, kalkın, giyinin ve ortaya çıkın. Kendinizi eve kapatmayın. 
33. En iyisine henüz sıra gelmedi. 
34. Sabah canlı olarak uyandığınız için ALLAH' a şükredin. 
35. Maneviyatınız daima mutluluğunuzdur. Hislerinizi önemseyin. İnanın, dua edin, gerekeni yapın ve gerisini ilahi akışa bırakın... 
Prof. Dr. Nevzat Tarhan

29 Temmuz 2019 Pazartesi

Fakir işçi ve bir dilenci hikâyesi


ÇOLUK ÇOCUĞU AÇ KALAN İŞÇİ İLE DİLENCİ
Fakir bir işçi, bir gün işinden çıkartılır. Bunun üzerine başka da hiçbir gelir kaynağı olmadığı için çoluk-çocuğu arka arkaya üç gün aç ve susuz kalır.
Adam iş bulmak üzere nereye baş vurduysa "İşimiz yok" cevabı ile kapılar yüzüne kapanmaktadır. Üst üste üç gün midelerine hiçbir gıda girmeyen yavruların dinmeyen ağlayışları annenin yüreğini parçalayacak dereceye gelir.
Çaresizlikler içinde durumu kocasına açar:
"Bey, görmüyor musun? Açlıktan yavrularımızın yüzleri sarardı ve bağırsakları eridi. Hadi biz neyse dayanırız, ama onlar bu kadarına tahammül edemezler; bu sefaletimizin sonu ne olacak; bir şey düşünmüyor musun?"
dedi.

Adam düşünceden önce eğilmiş başını eşinin yüzüne doğru kaldırarak ona der ki; "Karıcığım, günlerdir başvurmadığım kapı kalmadı. Piyasaya göre en düşük ücret karşılığında iş aradım, tek bir kerrecik olsun karnınızı doyurabileyim diye; olmadı. Kimse bana iş vermiyor. Yavrularımın açlıktan erimeye yüz tutan ciğerleri benim de yüreğimi parçalıyor. Ama anlıyor ve görüyorsun ki, elimden bir şey gelmiyor.
"Bu sözler üzerine kadın kocasına der ki: Öyle ise şu benim gelinlik günlerinden kalma başörtümü götür sat; ne kadar tutuyorsa bir şeyler al getir de hele bir kereliğine şu yavrucağızların karnını doyuralım; sonrasına, kulların rızkını veren cömert Allah (c.c.) kerimdir. Elbette bize hayırlı kapı açar."
Adam utançtan yüzü kızararak ve düştüğü acıklı, çaresizliğin ıstırabını ruhunun derinliklerinde duyarak, karısının gelinlik çeyiz sandığından çıkarıp getirdiği hiç kullanılmamış başörtüsünü alır ve satmaya yollanır.
Başörtüyü o zamanın parasıyla ancak iki dirheme satabilir.
Aldığı para ile yiyecek bir şeyler satın almaya giderken yolun üstünde bir dilenciye rastlar; adam gelip geçenlere şu sözlerle yalvarmaktadır: "Allah rızası ve peygamber aşkı için boş geçmeyiniz. Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak karşılığında bana yardım etmek isteyen yok mu? Dünyada hiçbir şeyi olmayan kelimenin tam manasıyla muhtaç bir kimseyim."
Adam dilenciye sokulur karısının gelinlik başörtünü satarak aldığı ve günlerdir açlıkla boğuşan yavrularının bir öğünlük yiyeceğine ödeyeceği iki dirhemi, olduğu gibi cebinden çıkarır zavallı dilenciye verir.

Şimdi eli boş eve dönmekten gerçekten utanmaktadır; çemberin parası ne oldu diye sorduğu zaman karısına ne cevap verecek. Kadıncağıza nasıl "Çemberine iki dirhem verdiler; onu da ilk rastladığım dilenciye verdim; adamın yalvarmalarına dayanamadım" diyebilecekti. Bu düşünceler içerisinde camiye varıp akşam namazını kıldıktan sonra çöken akşam karanlığılı ile birlikte ve bomboş ellerle yine evine döndü.
Karısı ve çocukları sabırsız bakışlarla bir şeyler getirecek diye yolunu gözlüyorlardı. Geç de kalınca her halde iyi bir şeyler getirecek diye sevinmişlerdi.
Adam ümitsiz bir halde ve hep önüne bakarak kapıdan içeri girince kadın şaşakalır ve o akşam da aç kaldıklarını anlar yavrular da boşa giden ümitlerinin arkasından kim bilir kaçıncı kere hep bir ağızdan artık açlıktan kısılmaya yüz tutmuş zayıf bir sesle ağlamaya başlarlar.
Kadın hem kızgın ve hemde şaşkın bir ifade ile kocasına başörtüsünü ne yaptığını sorar.

Adam herşeyi olduğu gibi anlatarak başörtüyü sattıktan sonra yiyecek bir şeyler almaya giderken yolda rastladığı dilenciye elindeki iki dirhemi verdiğini karısına söyleyeverir. Kadın işin iç yüzünü öğrenince üstün bir sabır ifadesi takınarak kocasına şöyle der:
"Başörtünün parasını madem ki Allah yolunda verdin; O ulu ve zengindir; gösterdiğin cömertliğin karşılığında bize dilediği anda karşılığını vermek gücüne fazlasıyla sahiptir. Sen yine en iyisini yaptın; bakalım önümüze hangi kapı açılacaktır."

Sabahleyin kadın, kocasına bu defa yine baba evinden getirdiği bir duvar saatini verir, "şimdi de bunu satmaya götür ve karşılığında eline geçen para ile eve yiyecek bir şeyler getir" der. Ertesi gün adam, çarşının her tarafını gezerek saati satmaya çalışır. Fakat hiçbir müşteri bulamaz. Yorgun argın ve yine ile boş gideceği için üzgün bir halde eve dönerken bir balık satıcısına rastlar.
Adam avazının çıktığı kadar yüksek bir sesle "balık, balık var, balık" diye bağırıyor. Fakat elinde son olarak kalan iki balığa müşteri bulamıyordu.
Adam, balıkçıya sokulur ve ona der ki, "Şu saat benim işime, o balıklar da senin işine yaramaz; öyleyse sen bana elinde kalan iki balığı ver; ben de sana karşılık olarak şu saati vereyim." Müşteri ayartmak için sabahtan beri bağıra bağıra sesi kısılan balıkçı, adamın teklifini kabul eder, balıkları verir, karşılığında saati alarak oradan uzaklaşır.

Günlerden beri ilk defa eve yiyecek bir şey götürebileceği için ölçüsüz derecede sevinen adam, balıkları kapar kapmaz hızla evinin yolunu tutar. 
Babalarının yiyecek bir şey getirdiğini gören çocuklar neşe ile birbirlerine sarılırlar. 
Kadın balıkların içini temizlemek üzere mutfağa girer. Az sonra gördüklerinin karşısında şaşkına dönerek kocasını çağırır. 
Balıklardan birinin karnından bağırsak yerine parlak ve iri bir inci çıkmıştır. 
Adam inciyi alır; bir kuyumcuya koşar. Kuyumcu incinin benzersiz değerde bir mücevher olduğunu, kendilerine sattığı taktirde karşılığında ondörtbin dirhem ödemeye hazır olduğunu söyler. Adam artık anlar ki kötü talihi değişmiştir. 

Çektiği ağır sıkıntılar artık son bulmuş, Allah ona nimet kapılarını açmıştır. İnciyi satarak kuyumcudan uça uça evine yönelir. Olup bitenleri karısına anlatınca bütün ev neşeye gömülür ve hepsi bir ağızdan kederlerini gideren Allah'a ölçüsüz şükürler ederler. Tam bu sırada kapıya gelen bir dilencinin sesi duyulur. Adam dua ve yalvarmalar içinde içeriye şöyle seslenir. "Ey hane halkı, esirgeyici Allah size bağışladığından bana da verin." der.
Adam hemen kapıya çıkar dilenciye der ki: "tam şu anda Ulu Allah (c.c) hiç beklemediğimiz bir şekilde ve içinde günlerce kıvrandığımız bir açlığın sonunda on dört bin dirhem bağışlamıştır. Madem ki sen Allah rızası için Allah'ın bağış ettiğinden pay istiyorsun dur bekle; bu paranın yarısını sana getireyim. Kalan yarısı da bizim olsun." der. 
Kendisine ilk ağızda yedi bin dirhem kazandıran bu taksime fazlasıyla memnun görünerek razı olan dilenciye paranın yarısını getirmeye giden ev sahibi kapıya dönünce dilencinin orada olmadığını görür; sağı solu iyice araştırdıktan sonra her nedense adamın çekip gittiğini anlar. Ev sahii bütün keder ve sıkıntılardan sıyrılmış bir rahatlık içinde yatağına uzanınca rüyasında kapıdan kaybolan akşamki dilenciyi görür, ona neden parayı beklemiyerek kaybolduğunu sorunca şu cevabı alır; 

"ben herhangi bir dilenci değildim; Allah'ın meleklerinden biriydim, hayırseverliğini ve Allah rızasına bağlılık dereceni ölçmek üzere insan kıyafetine girerek o anda kapına geldim, beni bizzat Ulu Allah (c.c) seni son bir defa daha deneyerek dereceni yükseltmek için evine gönderdi. Geçen akşam karının başörtüsüne karşılık eline geçen iki dirhemciği çocuklarına yiyecek almaya giderken verdiğin dilenci de yine bendim. Gönül rahatlığı ile o iki dirhemi, Allah rızasını kazanayım diye bana verince Ulu Allah (c.c) sana o inciyi bağışladı. 
Bu akşamki ölçüsüz cömertliğinin karşılığında da öbür dünyanın eşsiz zenginlikteki Cennet nimetleriyle kavuşacaksın." Ne mutlu senin gibi Allah rızasını en sıkışık durumlarda bile baş gaye bilen bahtiyar mü'minlere... 

 "Ermişlerden Osman Efendi, Seçme Dini Hikayeler, Seda Yayınları, İstanbul 2005"

25 Temmuz 2019 Perşembe

Bir çeşme hikâyesi


Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: “Her kula helâl, Müslüman’a haram!” 
Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye… Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlar adama.
Adam: 
- “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe kadı kızmış: 
- “Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş: 
- “Nedir gerekçen?” diye sormuş. Adam: 
- “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış: 
- “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın?” 
Adam, başı önünde konuşur: 
- “Delilim vardır, lâkin ispat ister.” 
- “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?” 
- “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…” 
- “Eeee!” 
- “Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” 
Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, 
“Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…
” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş. Bir hafta dolunca, adam: 
- “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler. 
- “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… 

Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… 
Sultan: 
- “Bitti mi?” demiş adama. 
- “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş. - “Şimdi nedir isteğin?” 
- “Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden…
”Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler. Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… 
Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için: 
-“Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…” 
- “Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!” 
- “Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara…” 
- “Sorma, sorma…” 
Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. 
Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş: 
- “Eee, ne olacak şimdi? 
Adam: 
- “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.” 
“Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş: 
- “Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?” Sultan acı acı tebessüm etmiş: - “Hava bile haram, hava bile!” demiş. VATANINA, BAYRAĞINA, MİLLETİNE, DEVLETİNE SAHİP ÇIKMAYANA Herşey haram....

22 Temmuz 2019 Pazartesi

Hayırlısını ver Allahım


HAYIRLISINI VER ALLAHIM... 
Fatma hanım, sırtına ekin destesini aldı ve düşünceyle ilerlemeye başladı. Birden kayınvâlidesinin sesiyle kendine geldi:
-Kız Fatma çabuk buraya gel. Sarı inek doğuruyor, yardım et!.. 
Can havliyle sırtındaki destesini indirdi ve ahıra koştu. 
Aman Yâ Rabbi… 
Hayvan da olsa, ne kadar acı çekiyordu. 

Fatma hanım, kayınvâlidesiyle birlikte hayvanın doğum yapmasına yardım ediyordu. 
Kayınvâlidesi: "
-Bir hayli zor olacak galiba!.." dedi. 
-Evet zora benziyor. 
Dana toplu herhâlde." diye mırıldandı Fatma hanım da… Fatma, hayvan acı çekmesin diye şifâ âyetlerini, ardından bildiği bütün sûreleri okumaya başladı. 

Kayınvâlidesi: 
-Deli kız, ineğe de okunur mu?" dedi. 
Fatma ise: 
"-Ana bak, çok acı çekiyor, yüreğim dayanmıyor." diye cevap verdi, gözyaşlarıyla... 
Bir saat zorlu bir çabanın ardından, sarı kızın bir tosunu oldu. Sarı kız hemen şefkatle onu yalayıp kokladı. 
Fatma'nın bütün merhameti, sanki gözlerinden yaşlarla ılık ılık akıyordu.
Kayınvâlidesi: 
"-Bak, ineğin bile yavrusu oldu. Dört senedir bu kapıdasın, bir torun veremedin kucağımıza!" dedi. 
Fatma ise: 
"-Allâh hayırlı evlat versin, ana." dedi. 
Kayınvâlidesi ise: 
"-Hayırlı, hayırsız!.. Bir evlâdın olsun. Bizi ele güne dil ettin ya!.." dedi öfkeyle.
Fatma, ikindi namazından sonra duâ için secdeye vardı ve: "Rabbim dört yıldır senden hayırlı evlâd istiyorum. Olmuyor Rabbim! Hep hayırlı istiyorum, ben âciz hâlimle nasıl hayırsız bir evlâtla baş edebilirim. Ben kendimi ıslâh edemezken onu nasıl ıslâh edeyim." diye gözyaşlarıyla yıkanan, salavâtlarla taçlanan duâsını bitirdi. 
Dört kez hâmile kalmış, ama hepsini kaybetmişti. Ve ısrarla "hayırlı evlat ver" diye duâ etti, etti. 

Birkaç ay sonra rüyasında bir ses: 
"-Kızım, hayırlı bir kız evlâdın olacak, adını Hediye koy." dedi. O, yine hep "hayırlısını" istedi. 
Nihâyet Allâh'ın lutf u keremiyle yavrucuğuna kavuştu. İsmini, Ayşe Hediye koydu. 
Yalnız Ayşe durmadan hasta oluyor, her gece doktora götürüyorlardı. Fatma hanım, geceleri nefes alıyor mu diye sürekli onu dinliyordu. Uyku nedir bilmez oldu. 
Bir gece yine doktora götürdüler. 
Doktor: "Kızım, sen bu çocuğa köyün zor imkânlarında bakamazsın, bünyesi çok zayıf ve hassas, ölür! Benim de yıllardır çocuğum olmuyor onu bana ver!" dedi. 
Fatma'yı bu teklif iyice bunalttı ve: 
"-Aslâ!" dedi. Ve çocuğuyla birlikte eve döndüler. O gece, iki rekat hâcet namazı kıldıktan sonra Rabbine yalvardı, duâ etti: 
"-Rabbim, bu evlât hayırlı olacaksa onu bana nasip edip sevindir. Bende büyüsün, bir yetimle evlendirip onu sevindireyim." diye duâ etti. Seccâdesini toplarken: "-Veren de O, alan da O, bize sadece duâ düşer." dedi. Ayşe, günden güne iyi oluyordu ve gün geçtikçe büyüdü, şirin bir kız oldu. 
Allah, Fatma hanıma ardı ardına dört evlat daha ihsân etti. O, hep: "-Hayırlı olursa nasip et, hayırsızsa ben nasıl onu ıslâh ederim, ben kendimi bile ıslâh edememişken!.." diye duâ etmeye devam etti..

Ayşe, ilkokulu bitirince Kur'ân Kursuna verdiler. Orada çok başarılıydı. Edebiyle, ahlâkıyla, çalışkanlığıyla kendini sevdirmişti hocalarına. Hocaları hâfızlığa başlatmak için ısrar ediyorlardı. Çünkü hıfzı çok kuvvetliydi. 
Ayşe ise "ya onun hakkını veremezsem, Rabbimin huzûruna nasıl çıkarım" diye iç hesapları yapıyordu. Ve nasiptir, bu düşünce sebebiyle hıfzına başlamadı. 16 yaşındaydı, güzelliği ve edebi onu akranlarından ayırıyordu. Yaşı küçüktü, ama çok tâlibi vardı. 

Bir gün bir genç talip oldu, âilesi oldukça varlıklıydı. Diğer taraftan da fakir, anasız babasız bir genç tâlipti: 
"-Öğretmenlik imtihanlarına girdim. Kazanırsam elimde tek hünerim o Başkaca verecek hiçbir şeyim yok." dedi. 
İki taraf için de zaman istediler. Fatma hanım, kızına: "-Ben çok yokluk gördüm, sen görme kızım. Fakir olan çocuk, kendine başkasını bulsun. Seni böyle göz göre göre yokluğa atamam." dedi. Karar verildi. Ertesi gün, zengin gencin âilesine haber verilecekti. 
Fatma hanım, o gece rüyâsında Kâbe'nin duvarlarını sıvıyordu. Fakir genç de sırtında harç taşıyıp, ona yardım ediyordu. Böylece Kâbe'yi sıvayıp bitirdiler. 
Uzaktan bir ses duydu: 
"-Bir yetimi sevindirmek Kâbe'yi inşâ etmek gibidir. Kızım verdiğin sözü unutma, yetimi sevindir. Allâh onu mübârek kılsın." 
-Bu sesi tanımıştı!
16 yıl önce yine rüyâda kendine çocuğunun olacağını müjdeleyen sesti. 
Uyandı ve rüyâsını kızına anlattı. Ayşe ise: 
"-Anneciğim sen her zaman en hayırlısını istersin, Rabbimden. Bu apaçık bir rüya!.. Rabbim gönül evlerimizi lutfuyla zengin kılsın." dedi. Kur'ân sadâları içinde düğün yapıldı. Her şeyin en sâdesi seçilmişti evi için. 
Bir takısı yoktu Ayşe'nin, ama gönlü îmân dolu bir hazineye sahip olduğu için Allâh'a duâ ediyordu. Unutmayalım biz insanoğlu çok âciziz. Neyin hayır, neyin şer olduğunu bilemiyoruz. Âyet-i kerimede buyurulduğu üzere, bazen: "Hayır ister gibi ısrarla şerri istiyoruz." Onun için Rabbimizden, her zaman her şeyin en hayırlısını isteyelim. 
"Ey Rabbimiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de Sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibâdet usûllerimizi göster, tevbemizi kabul et. Zîrâ, tevbeleri çokça kabul eden ve çok merhametli olan ancak Sen'sin." (Bakara, 128) 
"Kim Allâh'tan korkarsa, Allâh ona bir çıkış yolu ihsân eder ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allâh'a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allâh emrini yerine getirendir. Allâh her şey için ölçü koymuştur." (Talak, 2-3)

-- ALINTIDIR --